28 Ekim 2011 Cuma

Belirli günler ve haftalar

Uzun zaman sonra geçen hafta sonu ailem ve bir kısım akraba ile bir nikah vesilesi ile buluştuk. Kokteyl havasında geçen düğün sonrası teyzeciğimde geç saatlere kadar oturup hasret giderdik. Teyzeciğim hepiciğimiz bir arada olunca mutluluktan kendini kaybetti, ne yedireceğini içireceğini şaşırdı. En güzel sürpriz ise kestaneydi, böylece sezonun kestane açılışını yaptık...Kestaneye bayılırım, kestaneli herşeye, hele ki Kafkas'ın kestaneli  pastasına!!!



Bugün yarım günlük tatilimi ev mesaimde harcadım. Ben bir kısım temizlik işleri ile uğraşırken kocacığım da bayram seferi öncesi arabanın bakımını yaptırmak için servise gitmişti. Temizlikten kaytardığını düşünmüş ve sevinmiş olacak ki (diye düşündüm ilk görüşte) elinde poşetlerle geldi...

Kocacık:Bu senin için! (ilk poşeti uzatarak)
Kitana: Aaaaa!! (içine baktım:kaktüs) 


Kocacık: Nişanlanma yıldönümümüz kutlu olsun:)
Kitana: Altında bir mana mı aramalıyım:)) (yoo hayır, ne zamandır bakıyordum, iş yerimiz taşındığı için kaktüsümü eski yerde bırakmıştım, yenisini alamamıştım henüz...)
Kocacık: Bu da senin için!(diğer poşeti uzatarak)
Kitana: Aaaaa!! (Küçük Kafkas pastacıkları, hem de kestaneli!!)



Kocacık: Nişanlanma yıldönümümüz kutlu olsun:)Bu da senin için.(son poşeti uzatıyor, ben de içimden noooluyoruz diyorum)
Kitana: Domates mi?(Daha ne bekliyordum ki tabiiki siparişim domates...)

Yıllaar yıllar önce dün, kocacım ve ailesi beni istemeye gelmişler, ben kahve yapamadığım için tutuşmuştum. Dguducum da bana yardımcı olması gerekirken aile büyüklerinin ortasına oturmuş, tüm işaretlere rağmen gelmeyeceğini ima ederek illa o "Allah'ın emri, peygamberin kavli ile" ile başlayan cümlenin söylendiği ana tanıklık etmekte inat ediyordu. Eğlenceye bak!

Zaman ne çabuk geçiyor dedik bir kez daha, aslında dün aklımdaydı ama bugün tamamen unutmuşum, daha önce nişan günü diye bişey kutlamadığımızdan şaşırdım. Aslında bu biraz da son günlerin kara bulutlarını dağıtmak için küçük bir bahane oldu:) İyi de oldu.

Ve güzel bir haber aldım, bir kez daha teyze oldum.Arman bebek sürpriz yapıp erken geldi. 
Benim hediyeler yine yetişmedi:)) 


24 Ekim 2011 Pazartesi

Bencilus Kitana

En son şu appleci abi gündemdeyken sorgulamıştım kendimi, vay efendim bugün hayatımın son günü olsa falan filan...
İsteğin kadar sorgula, düşün taşın, hayat kısa de yine de aynı tas aynı hamam...
Yaklaşık 2 aydır saçma sapan bir durum yüzünden başıma gelenlerle uğraşıyorum, kah şanssızlığıma kah tecrübesizliğime dem vurup içinden çıkmaya çalışıyorum, son 1 hafta da bu durumumun sonucunun üzerimdeki izlerini silmeye çabalıyorum. Kanaatimce kesinlikle bende ters giden bişeyler var, bulamıyorum, zaten bi bulursam...
Böyle içim daralıkken bataryam uyarı veriyor toparla kendini diye.
                                                                  
Bir gün öğreniyorum ki can arkadaşlarımdan birinin uzun süredir görev yaptığı yerden şehit haberleri geliyor, isimler açıklanıyor, aklım çıkıyor, gidenlerin içinde onun adı da olabilirdi, olmamasına sevinirken kendi kendimi ayıplıyor, utanıyorum. Diğerleri de can...
Ne bencilim.


Deprem oldu. Bir varmış bir yokmuş oldu.
Bölgeye yakın yerde yaşayan canım "ruj kadını"nı arıyorum telaşla, 4 gündür hastanede yattığını o zaman öğreniyorum.
Ne vefasızım.
İnsanın can arkadaşından haberi olmaz mı?


İnsanlar can derdinde, ben ne derdindeyim diyorum.Öğrenmem gerek küçük şeyleri gerçekten dert etmemeyi, hayatta insanın başına gelmediğin kalmadığını...


Bakamıyorum haberlere, gazetelere, gördüklerim de gözümün önünden gitmiyor.
Herkese sabır diliyorum.Bolca dua ediyorum. Ve devletimiz güçlü safsatasından nefret ediyorum.Çünküsü burda, derdime tercüman.
Yeni kararlar alıyorum yine, büyük ihtimalle bir süre sonra hükmünü yitirecek.Olsun, alıyorum.

Bu da böyle sıkıcı bir yazı olsun.

13 Ekim 2011 Perşembe

Lohusa Tacı

Hediye almayı sevmeyen kimse olmaz herhalde. Şahsen bendeniz çoook severim. Almanın yanı sıra birisine hediye vermeyi de çok severim, hatta el emeği hediyeler bence daha değerli olduğundan oturur uğraşır kendim bir şeyler yapmaya çalışırım. Bu işten de çok zevk alırım, bir yandan bak biri otursa bana bunu yapsa valla çok sevinirim der kendimi gaza getiririm. Yazın düğünü olan can arkadaşıma düğünde kullanması için yaptığım anı defterinden beri  kimseye bir şey yapmamışım, baya zaman olmuş.

Önemsediğim günlerin hatırlanmasına çok mutlu olduğumdan ve bu konuya ultra empatik yaklaştığımdan sevdiklerimi de özel günlerinde yalnız bırakmak istemem. Bu keçe lohusa tacını da yakın zamanda aramıza katılan Selim bebeğin annesi için hazırladım.

                   Bebeğimizin adı uzun olduğundan taktığımda tüm kafamı kapladı neredeyse...            
                 


Bebeğimiz geleli çok oldu ancak unnado'nun emzirme bileziği kampanyasını bekleyip, ha satışa başladılar başlayacaklar, hazırladığım tüm hediyeleri toplu göndereyim derken zaman geçti. Baktım lohusalık bitecek ayrı ayrı göndermeye karar verdim.Umarım yetişirler:)

Daha profesyonel çalışmalar görmek isteyenler ve satın almak isteyenleri Nazo'nun blogunu tık tıklamaya davet ediyorum...

10 Ekim 2011 Pazartesi

Anne Böreği Taym

Asansör fobik bir kişilik olarak eğer yanımda kocacım yoksa katiyyen asansöre binemiyorum. (Bu arada sadece bizim apartmanın asansörüne binebiliyorum, bir de önceki yıl eğitim için gittiğimiz otelin asansörüne binebilmiştim) Yalnızsam mutlak surette merdivenleri kullanıyorum. Bazı akşamlar -ki eğer ramazan ayı ise pek fena oluyor- apartmandaki komşuların kapılarının önünden geçerken kek-börek-dolma gibi kokuları içime çekerek, ne olur sanki kapıyı biri açsa, aldığım koku aslında bizden geliyor olsa diyerek eve çıkarım. Fırında pişen yiyecek kokusunun dolduğu ev bana daha bir sıcak gelir, daha bir ev ev gelir...
Bugün pek bir iç sıkıntısı doldum. Eve gelince de dedim ki home sweet home, bir börek yapayım da kocacımla birlikte güzel bir çayla yiyelim.(Kahve yapamıyorum belki ama çayım güzel olur:)) Bazı ayrıntılar için yine alo anne hattından yardım istedim. İşte tataaam, oldu da bitti.


Çay hazırlarken ne zamandır kenarda kalmış kupama gözüm takıldı, bu kupayı yurtta kalırken çok severek almıştım. 4 sene, soğuk Ankara günlerimde bana arkadaşlık etti, hala da ediyor. 

Yurtta en güzel kahvaltılar oda arkadaşlarıyla birlikte, bol sohbetle kahkahayla yapılanlar olurdu, ortak saat kararlaştırır uyanırdık. Yemekhanede tabaklarımızı aldıktan sonra bir kişi çayları doldurmaya gider diğerleri de ekmek falan filan getirirdi masaya. Herkesin şahsına münhasır bir kupası vardı ve bu kupalara ne kadar çay doldurulacağı belliydi. Benim bu nadide kupamın seviyesi de içindeki kadın resminin memesi ile sınırlıydı. 

Geçen yaz tatil için Bodrum'a gitmiştik.Kaldığımız otelin kumsalla olan sınırında bir dondurma standı vardı ve standın başında o bölgeye hakim abilerimizden biri bulunuyordu. 
Güneşleniyoruz.
Birisi gırtlaktan şive yaparaktan soruyor İngiliz ablalara "wat taym iz itt?"
Masum İngiliz cevap veriyor.
Bizim abi pis pis sırıtıyor "it is ays kıriim tayymm!" hahahahaha
Satıyor mu dondurmayı, yesssss...

Şimdi tüm bunlar aklıma gelmişken ben de sorayım:
"wat taym iz it?"
"it is böğğrek taymmm" nihahahaha
Haydi buyrun, birlikte yiyelimm:)))



9 Ekim 2011 Pazar

Pazar Kahvesi

Bulutlu bir pazar sabahına  uyandık, sonbahar iyiden iyiye kendini ortaya koyuyor. Havanın yağmurlu olduğu pazar günleri çocukluğumdaki pazarları daha bir hatırlatır, o gün banyo yapılacaktır, tırnaklar kesilecektir, sobanın telinde kuruyan çamaşırların odaya yaydığı deterjan kokusu hakimdir evin sıcak odasına, fonda "bizimkiler" jeneriği birazdan akşam yemeği yenilecek...

Güzel bir sabah(öğlen) kahvaltısı ardından acaba ince ince yağan yağmur altında yürüyüş mü yapsak derken haydiiii indirdi yine dünyanın suyunu gökyüzü, yıkandı sokaklar haldır haldır.
E madem evde kaldık, ben de hemen bir kahve denemesi yapayım dedim. Annecik bana bir türlü kahve yapmayı öğretemedi, bu yaşımda hala  yapmayı beceremiyorum o nedenle bir gün başaracağım umuduyla deniyorum da deniyorum...Bu başarısızlığımı çaktırmamak için hazır kahve makinelerinden satın aldım ancak yine olmuyor yine olmuyor...Bu günkü denemenin başarılı olacağına olan inacım çok yüksekti, can arkadaşımın Diyarbakır'dan getirdiği oricinıl cezve ve İstanbul'dan aldığım taze çekilmiş kahvenin güçleri voltran oluşturacaktı, hesaplarım tutmadı:(

Aslında ne hikmetli bişeydir o kahve, kimi zaman da bazı amaçlar için kullanılan araç, bahane;
Masum olanı:
Birbirinden hoşlanan insancıkların duygu sellerinin itirafı için yardıma koşan kolaylaştırıcı cümlede yerini alır; bu akşam çıkışta bir kahve içelim miiiiii???

İçinde hinlik saklı olanı ise şöyle:
Oğlan gecenin köründe bir bar/ parti/yemek sonrası kızı evine bırakır, kapıda kız "yukarı gel, sana kahve ikram edeyim" der, bazen de bu beklentisi karşılanmayan oğlan "bana kahve ikram etmeyecek misin" diyip kendini davet ettirir, ama yukarıda o kahveyi içmeye sıra gelmez bir türlü.

Yurtta kalırken, ders çalışmayı geciktirmek için tüm bahaneler bitince biz de e hadi kahve içelim diye arkadaşlarla birbirimizi ikna eder kantine inerdik.Sonra bir de fal bakardık birbirimize anlıyormuş gibi, içine dalyan gibi erkekler, buket buket çiçekler falan serpiştirip saçmalar, kendi çapımızda eğlenirdik.

Şimdilerde her köşeyi kuşatan hazır kahve dükkanlarından hiç hazetmiyorum. Zaten nescafe yüzünden mertlik bozulmuştu, onlar da bir bir türedi tam oldu. Deneyeyim dedim bir iki önyargımı kırayım, içer içmez bıldır bıldır  hava kabarcıkları dolaşmaya başlıyor içimde, sütü mü süt tozu mu neyse o perişan ediyor beni, en iyisi bildiğinden şaşmamak, gideceksem de adres Kahve Dünyası, sipariş damlasakızlı türk kahvesi...

Kahvelerin en güzeli de fincanda pişeni kanımca, Sivas'ta Çerkezin Kahvesi'nde ve İzmir'de Kızlarağası Hanı'nda içtiklerimi tek geçiyoorum.

Bir de hep özenmişimdir, böyle bir iki komşum olsa sabah kahvesine gelseler, iki lafın belini kırsak. 
Henüz onlara ikram edebileceğim kalitede kahve pişiremiyor olsam da olsun, çalışıyorum...Hem bir fincan kahvenin 40 yıl hatırı yok mu???

7 Ekim 2011 Cuma

İşaretleri takip et


Ezelden beri yeni şehirlere taşınmaya alışık olsam da her yeni şehirde kendimce bir yer edinmem uzun zaman alıyor.Çevremdeki kadınların tavsiyesi ile kuafördür, terzidir, doktordur buluyordum...
Buraya ilk geldiğimde düğünüm olacağı için saçlarımı uzattığımdan bir süre kuaför ihtiyacım olmamıştı ancak düğünden sonra da kimse bana tavsiye veremeyince memlekete gittiğimde teeee liseden beri gittiğim kuaföre kendimi emanet etmiş, babaannelere benzeyince binbir kere pişman olmuştum. Bursa'ya döner dönmez ne kadar kadın forumu varsa okuyup tek tek memnun kalınan kuaför salonlarının adını listelemiştim lakin neden bilmiyorum onlardan birine gitmek yerine zevkine güvendiğimiz fevkalade taş bir ablamızın eşliğinde onun kuaförüyle tanışmış, sanat eserinden de memun kalmış, nihayet birini buldum sevinciyle 3 gün uyuyamamıştım. Gel zaman git zaman yıllardır peşinde olduğum bir kuaför-müşteri ilişkisi yakalamıştım ki 20 yıldır kuaförlük yapan amcamız otomobil galerisi açmaya karar verip tüm müşterilerini yüz üstü bıraktı, dükkanı kapattı!
Bu hüsranla yeni birini bulacağım diye helak oldum, 7 ay saçımı kimselere kestiremedim. 3 hafta kadar önce bu iş nereye kadar böyle gidecek diyerek sevgili ortakla birden karar verip onun yıllar önce gittiği bilindik bir kuaförden randevu aldık. Abiciğimiz işinin ehli biriydi, tamam dedik, oldu bu iş, artık buraya geliriz...Geçenlerde bir arkadaşım için arayıp randevu alayım dedim, o da ne, telefondaki ses abinin işten ayrıldığını söylüyordu..
Dannnnn! N'oluyo ya!
Bugün de takibinde olmaya karar verdiğim doktorumun çalıştığı hastaneden ayrıldığını öğrendim...Telefonu da yok.Nerden bulayım hatunu şimdi ben?
Prensesin uykusu filminde sık geçen bir replik vardı: İşaretleri takip et...
Şimdi bu işaretler ne demek anlamadım ben. Kendi saçımı kendim keseyim, tıp okuyup doktor mu olayım? Bu mudur???