29 Haziran 2012 Cuma

Yeni Takım Arkadaşlarım

Daha önce bahsettiğim üzere elimdeki egzamamsı şey baskın olmak üzere birtakım kaşıntılı şikayetlerim mevcuttu. Geçen hafta adı çokça önerilen bir doktora muayene oldum. Teşhisimi görür görmez koyan doktor bunca zamandır ilk kez adını duyduğum bir tanıdan bahsediyordu: nörodermatit. Stres kaynaklı bu hastalık sadece elimdeki döküntünün değil saç dibimdeki ve kulak içimdeki kaşıntılarımın, kaşlarımdaki kepeklenmenin dizlerim ve dirseklerimdeki kuruluğun da sebebiymiş meğer. Hatta yüzümde rosacea başlamış. Çıkan uçuklarım da aynı familyanın ürünüymüş.



İstenen kan tahlilleri sonrası tedaviye kesin yön verilecek ancak şimdilik yeni takım arkadaşlarımla kaynaşmam gerekiyor. Ellerim için ayrı iki krem, saçım için eczane yapımı bir ilaç, özel şampuan ve tonik benzeri bir ilaç, yüzüm için de biodermanın hassas cilt ve rosacea için de önerilen ürünlerini verdi doktor. Artık yüzümü sensibio h2o ile siliyorum, onun dışında bir şeyle yıkamam yasak, gündüz ve gece kremi olmak üzere iki ürünüm var, ikinci bir emre kadar peeling ve maske de yapamayacağım. El ve banyo sabunu olarak da sadece doktorun verdiği nilera isimli sabunu kullanacağım, ne zamana kadar sorusunun cevabı ise bundan sonra hep. Bir de bunların maliyeti durumu var ki onun için de evdeki incir ağaçlarının sayısı arttı desem anlaşılır herhalde:)

İlaçların yanı sıra bir de döküntüleri tetiklememek için gerekli özeni göstermeliymişim. İncir, muz, çilek, acı-baharatlı yiyecekler(sucuk,pastırma vb.), turşu, hayvan tüyü, polen, pasta, çikolata, hamam ve saunadan uzak durmam gerekiyormuş. En azından şimdilik listem bu kadar, azalabilir ama artmaz inşallah:)

Şimdiye kadar gittiğim hiç bir doktor böylesine kapsamlı bir tektik isteminde bulunmamış ve detaylı muayene etmemişti. Kullanmaya başladığım ilaçlar etkilerini göstermeye başladı, umarım böyle devam eder.

Herkese iyi hafta sonları, tatile gidenlere iyi yolculuklar, iyi tatiller:)


25 Haziran 2012 Pazartesi

Aradan sonra kısa kısa...

Blogumla ilişkimiz doludizgin devam ederken araya giren iş-doktor-arkadaş ziyareti-mezuniyet yoğunlukları sebebiyle kısa ayrılıklar yaşamak zorunda kaldık. Bu arada paylaşılacakların yanı sıra ziyaret edilecek bloglar da birikti. Hala yeni bir bilgisayar almadığımdan(nasıl dayandığımı bilmiyorum) alternatif yollarla blog ilişkimi seviyeli tutmaya çalışıyorum. Bu arada millet tatil bavullarını hazırlamaya güneş de tüm hıncıyla henüz tatile çıkamayanların kollarında thsirt izlerini bırakmaya başladı, kaçırmadan takip ettiğimiz diziler sezon finalleriyle bizleri derin meraklar içinde bırakıp ekranlara veda ettiler.

Bir miktar zaman evvel dekupaj sevdasına kapılmıştım. Çalışmalara başladım, acemiliğimi attım deste deste peçeteler ve resimler topladım ham meyvalarımı dönüştürdüm.



İlk yaptığım çalışmada boyumdan büyük işlere kalkıştığımdan rezil ürünümün görselini paylaşmaya vicdanım elvermemişti. Bu ikinci acemilik çalışmam bir nebze daha iyi, evimizin herşeyi ikeadan aldığım kuşlu peçetelerden kuşları kesip beyaza boyadığım pringles kutusuna yapıştırdım. Pamuk kutusu yaptım kendisini. Kapağı da soyuldu, hayat izleri taşıyor kendisi.


Kalfalık çalışmam bir Cath Kidston peçetesi ile oldu. İşi olduğundan ciddiye alarak müdendisvari hesaplamalara girince tükenmez kalemin izlerinin ciyak ciyak bağıracağını düşünememişim. Olsun o benim ilk göz ağrısı çerçevem ve içine de en sevdiğim fotoğraflarımızdan birini koydum:)

 İşte ustalığa ramak kalmış, görenlerin favorisi olan son dekupaj çerçevem. Ben de hem desenini hem de işçiliğini beğendim(ufak kusurlar olacak o kadar). Yaparken Derya'nın kulaklarını çınlattım bol bol.

Ev bir süre çerçeveden geçilmiyordu, bende sürekli bir boyama ve yapıştırma hali, bir süre sonra ciğerlerim yapıştırıcıdan harap oldu:) Eşim de yapmayı planladığım çerçeve sayısını merak edince biraz ara vermeye karar verdim. Son çalışmamı yapışkan kağıtlarla yaptım.Tatilimin geldiği anlaşılıyor mu:)



Geçen hafta dguducum mezun oldu. 5 yıl önce başladığı gün dün gibi halbuki. Kep attılar, yüzlerde buruk bir sevinçle derslerin yükünü atıp hayatın yükünü omuzladılar birden.Umarım herşey yolunda gider onun için, birincilikle bitirdiği okulu gibi iş hayatında da başarıyı yakalar miniğim.

Dguducumun kedili yüzüğüne bayıldım.



Yine bir mutfak sırları lezzeti.Antepfıstıklı brownie.
Kek pişirmeyen fırınımda bu güzelliği yakalamak için çok uğraştım yine. Öyle çok yedim ki, komaya girecektim neredeyse:)


Yemelere içmelere doyamadığım bir şey de şu çiğ börek. Tatlı arkadaşımızın davetine icabet ederek anneciği ve ablacığının ellerinden çıkan börekleri her çiğ börek çiğ börek değildir felsefesi ile nefes alamayana kadar yedik. Yeme içme bir yana da böyle içten insanlarla birlikte olmak ömrümü uzatıyor bence.


Güzel yemek takımının güzel fincanını da fotoğraflamadan edemedim:)


Spiker sesi ve hakem düdüğünden gına gelen günlerimde kendimi dış dünyaya böyle kapatıyorum. Lig bitiyor turnuva başlıyor turnuva bitiyor başka bir karın ağrısı. Çıldırmak için evde Lig TV olmasına hiç gerek yok. Aslında ben böyle biri değilim, maç da izlerim yorum da yaparım, yeri gelir Cüneyt Çakır maç yönetir gururlanırım ama bir de doz meselesi var, iyi ayarlamak lazım.

14 Haziran 2012 Perşembe

Evde Kefir Mayalama

Kefir, sütle mayalanan, kıvamlı ve tadı hafif ekşimiş yoğurdu andıran bir içecek. Son yıllarda marketlerde hazırları satılıyor ancak kefirden tam anlamı ile fayda görmek istiyorsak bence evde hazırlanması daha doğru. Yaklaşık 10 yıl kadar önce halam tanıştırmıştı bizi kefirle, o mesleğine aşık bir öğretmen olarak yoğun okul temposunda kefir sayesinde ayakta kaldığını söylerdi. Hala her gün yapar ve tüketir. Bizde de babam yapmaya başlamıştı, liseye giderken her sabah okula gitmeden 1 kase içerdim.
Vücut direncimin zayıflaması, elimdeki egzama ve çıkardığım uçuk sayısındaki artış yüzünden bağışıklık sistemimi desteklemek adına  3 aydır düzenli olarak her gün evde kefir mayalıyorum ve tüketiyorum.
Neden kefir içmeliyim ve kefirin faydaları nedir diyorsanız ayrıntıları okuyabilirsiniz. Kefirle ilgili gruplar bile kurulmuş internette. Ben de şu sıralar çevreme kefir hakkında sunumlar yapmayı ve içme alışkanlığı edindirmeyi kendime görev edindiğimden bir yazı da bunun hakkında yayınlayayım belki birilerine faydam olur diye düşündüm. (Hazır blogger buluşmasında Leman Kültür'ün yazar yakıştırmasını üzerime almışken yazdığım çizdiğim bir işe yarasın)
Kefir mayası küçük karnabaharımsı şekildedir, canlı olan bu baktericeğizlere ne kadar iyi bakarsak onlar da bize o kadar güzel kefir içeceği hazırlarlar. Mayayı aktardan temin edebilirsiniz. Bir süre sonra mayanız çoğalacaktır, bu doğru şekilde mayaladığınız anlamına gelir, artan mayanızı cam bir kavanoza koyup üstünü kapatacak kadar su ekleyip buzdolabında saklayabilirsiniz.


Kefir yoğurda benzer şekilde mayalanır, tercihe göre 24 ya da 48 saat  bekletilebilir. Yukarıdaki fotoğraftaki kefir 24 saatte mayalandı, süreniz uzadıkça daha yoğun kıvamlı ve ekşi olacaktır. Kefirin mayalandığını kesilmiş yoğurda benzeyen görünümünden anlayabilirsiniz.Kefir mayalamak için günlük pastörize süt tercih ediyorum çünkü kutu sütlerle mayalanmıyor, önce sütü bir taşım kaynatıyoum  sonra da parmağımı değdirdiğimde hafif ılıklık alana kadar soğutuyorum.

Şöyle başlayabiliriz; yukardaki olmuş kefirimizdir. Yenisini mayalamak için kefirimizi süzüyoruz, mayalarını ayırıyoruz. Buradaki önemli nokta kefirimize ve mayamıza çelik-emaye-bakır-demir gibi maddeler içeren kaplar ve kaşıklar değdirmemek. Yani süzgümüz plastik olmalı, kullanacağımız kaşık da tahta, cam ya da porselen olabilir. Süzdükten sonra üstte kalan mayayı içme suyu ile yıkayıp temizliyoruz(çeşme suyu kullanmıyoruz).  Süzülen kefirimiz içime hazırdır, yalnız suyu ayrışmışsa içmeden karıştırın, aman ekşi diye süzüp içeyim demeyin faydasının büyüğü orada.




Kefiri süzüp mayamızı suyla yıkadıktan sonra bu şekilde yakından bir bakış atabiliriz, keyifleri iyi mi diye sorabiliriz, yukarıda bahsetmiştim onlara ne kadar iyi bakarsak o kadar iyi mahsul verirler.


Mayamızı cam kavanoza koyuyoruz, çünkü biliyoruz ki en sağlıklısı ve kefir dostu olanı cam kaplardır. Bu noktada da mümkünse cam kapaklı kavanozların tercih edilmesi ve kavanozun yarısından fazlasının doldurulmaması önerilmektedir. Kaynatıp ılıttığımız sütümüzü mayanın üzerine döküyoruz. Bazı kaynaklar dolaptan çıkan soğuk sütle ya da oda sıcaklığındaki sütle yapıyor, denedim hafif ılık sütle daha iyi oldu. 1/2 lt. süt için 1 yemek kaşığı dolusu kadar maya yeterli gelecektir. Mayalama işlermini tekrarladıkça maya miktarını göz kararı ayarlamaya başlayacaksınız.

 

Sütümüzü de ekledikten sonra kavanozun etrafını bir bezle sarıyoruz ancak bu bezin yoğurt mayalarken sardığımız kadar kalın olmasına gerek yok. Ben kurulama bezlerimden birini kullanıyorum. Yine bazı kaynaklarda okuduğuma göre beze sarmadan da yapıyorlamış, öyle yapmayı da denedim ancak sarılınca daha iyi oldu.


Bu şekilde sardıktan sonra karanlık ve oda sıcaklığında bir yere koyuyoruz, ben mutfak dolaplarımdan birine koyuyorum. Gece koyup ertesi gece süzüp içiyorum.

Mayalama işlemi bu kadar kolay. Dikkat edilecek hususların başında kullandığımız kaplar geliyor. Cam ve plastik olmasına dikkat ediyorum, içerken de kaşık kullanmamak için süzdüğüm kaseden içiyorum. Tadı başta farklı gelebilir ancak sanıldığı kadar ekşi ve keskin değil, ayrıca bu bir şifa içeceğiyse acı olsa bile içilir bence. Kahveyi bilmiyorum ama çay tüketiminden en az 45 dk sonra içerseniz çaydaki etken maddelerin/ kefirin faydalarını nötrlemesini engellemiş olursunuz.

Kefiri evde hazırlamak hem ekonomik hem de güvenilirdir. Hazır kefirleri buzdolabında saklayıp içebildiğiniz ancak kendi yaptığınızı oda sıcaklığında içtiğinizden özellikle soğuk içecek tüketemeyenler ve çocuklar için idealdir. Çocukların, yaşlıların, kemoterapi görenlerin içmesi özellikle tavsiye ediliyor. Hamile bir arkadaşım sütten tiksindiği için doktoru günde içebildiği kadar kefir içmesini önermişti.

Hergün yapmak istemediğinizde mayanızı aynı şekilde süzerek cam kavanozda üzerini kapatacak kadar su ile buzdolabında saklayabilirsiniz, mayanın bozulmadan dolapta bekleyebileceği kesin bir süre verilmese de bence en fazla 6 ay kadar dursa birşey olmaz, hayır öyle bir biyoloji bilgim de yok tamamen kendi uydurduğum bir son kullanma tarihi.

Eğer benim gibi laktoz toleransınız düşükse- hatta yoksa- yani süt içtikten sonra karnınız davul gibi şişiyor ve bıldırdamaya başlıyorsa yine o bazı kaynaklar diyor ki kefir bu sıkıntıları yapmazmış. Ben bu kaynaklara da katılmıyorum çünkü benim karnım yine kocaman oluyor.

Herkese kefirli günler dilerim.
Sağlıcakla kalınız.

Edit(19/07/2014): Kefirle ilgili bu yazımdan sonra benimle irtibata geçen bir okuyucu tarafından öğrendiğim, kefir kadar faydalı bir içecek var: Kombu Çayı. Kombu Mantarı ile mayalanması sebebi ile bu adı alıyor. Çay çok şifalı ancak mantarı bulmak biraz zor ve maliyetli. Yine bu yazım sonrası benimle iletişime geçen bir okuyucuma bu çaydan bahsetmiştim, kendisi mantarı temin etmiş ve mayalamaya başlamış. İsteyen olursa yardımcı olabileceğini belirtti. Kendisine İsik_54@hotmail.com adresinden ulaşabilirsiniz.

12 Haziran 2012 Salı

Günün Sürprizi


         Kendimi bildim bileli çekilişlerden hiçbir şey kazanamadım. Tabii ki yine kazanmadım bir surpriz oldu. Ebygale Derya Kuzusu'nun bu ayki çekilişinin talihli ismiydi. Ona gelen paketin içine Derya benim için de güzel ciciler göndermiş,  nasıl mutlu oldum anlatamam.



Peçeteleşme etkinliğine devam:)
Bu çarpı işli gül motifini ve anahtarlığı ayrı beğenmiştim blogunda ilk gördüğümde. Bir de şu örgüler yok mu fotoğrafları yakınlaştırıp örnek çıkarmaya çalışacaktım, kendileri geldiler:)
Deryacım çok incesin, günümü güzelleştiren tatlı insan çok teşekkür ederim:)

Doktor Derdime Bul Bir Çare

Kaşınmak nedir bilir misiniz? Elbette bilirsiniz en azından dişleriniz çıkarken damaklarınız kaşınmıştı hani tırım tırım diş kaşıyacak şeyler aramıştınız. Ya da sivrisinek ısırıklarına kolonya ya da tuz basmaya çalışmıştınız.
Alerjik bir bünyeyseniz beni daha iyi anlarsınız, ne illettir o geldi mi gitmek bilmez. Bir burun kaşınmasıdır ki bir müddet sonra kaşımaktan burnumun ucunda çizgi oluşur, bir göz kaşınması ve sulanmasıdır ki parmağımla oymak isterim, genizde hani böyle kıhhhhh diye korkunç sesi çıkartınca rahatlayacağınızı sandığınız bir kımıl kımıllık...Eskiden daha beterdi benim halim derdim ama şimdi de elimdeki egzamantirik şey yüzünden perişan oluyorum. Ne kontakt dermatitliğim ne atopikliğim  kaldı, bulamadık neye alerjim olduğumu, domates, patlıcan, baharat uzak durayım, eldivensiz yemek ve temizlik yapmayayım dedim, sıvı sabunlara duş jellerine veda ettim olmadı, ne ilaçlar ne kremler ne kortizonlar geldi geçti bana mısın demiyor. Cuma gecesi yaşadığım kaşıntı krizinde elime geçen havlunun en tırtıklı yeri ile kaşıma çalışması yaptım ve 2 gündür yarattığım doku tahribatının acısı da eklendi kaşıntı eziyetime:(

Bir parmağım benden ayrıldı,15 yıl ilerden gidiyor, oldukça yaşlandı. Tıbbi ilaçlar işe yaramadı, otçu çöpçüler de deva olamadı, bir de şifalı taşlar falan diyorlar onları tutmayı mı denesem acaba?Var mıdır bir doktor derdime çare bulacak?



Normalde yeni tatlara açık biriyimdir ama şalgam suyunu tatmakta nedense direndim. Geçenlerde denedim, hem de acılısından başladım, başta sert gelse de sevdim. Bir nevi soda etkisi yaratıyor, içtikten bir süre sonra bir kaynama başlıyor midede ama rahatsız edici cinsten değil. Bir de etiketteki teyzeye takıldım, acaba neden böyle bir fotoğraf tercih edildi?

******

 


Sevgili Deeptone beni mimlemiş;
Konu: İçinizdeki sesi dinler misiniz?

Benim içimde bir mi birden fazla mı ses var bilmiyorum, bazen şarkı söylerken kanon falan yapıyoruz galiba en az 2 tane var:)
Ben onunla konuşurum, birlikte karar veririz, karar veremezsek didişiriz, bazen o yenilir bazen ben.
Bir şeye üşendiğimde "haydi" der, çok yediğimde "abartmasan?" der, kimi zaman giydiğime bakar "ııh" der, güzel yemek görünce "ooo yooo" güzel kız görünce "wooow", tombili bir bebeğe "ah şu gıdıyı bir yesem" der:). Mesela sabahları çok ilginç konuşmalar oluyor aramızda, metro ile işe giderken hemen hemen aynı kişilerle aynı vagonlara denk geliyoruz.İç sesimle konuşmalara başlıyoruz, "bugün de fanatik almış, bir gün de başka gazete alsa da inene kadar yancı olsam", "aa bak kırmızı ruj nasıl yakışmış bence hep bu tonlarda sürmeli", "kıvırcık saçlı abla da ne zamandır görünmüyor doğum yaptı heralde",  "o kadar sigarayı nasıl içtin be adam tüm vagon küllük gibi koktu"...Görüldüğü gibi aramızdaki ilişki buram buram şizofrenizm kokuyor... Bu yazıyı yazarken bile "bak 2 satır üstte imla hatası olmuş düzeltsene" diye müdahale ediyor.

Bu mimi bulan kimse kendisi de iç sesiyle koyu sohbetler ediyor zannımca:)
Eğlenceli bir mim diye düşünüyorum, isteyen yapabilir diyorum zaten deep'in göndermediği kimse kalmamış takibini nasıl yapıyor merak ediyorum:)


Son olarak, sabah sabah komşularımdan birinin kap kaça uğradığını öğrendim. Kadın çok korkmuştu ve 15 dk. kadar önce servise binmeye giderken saldırıya uğradığını söyledi. Kolu ve bacağı sargılıydı, ifade için polis bekliyordu. Buralar güvenli sanıp aldanmayın, dikkatli olun dedi. Kadına çok üzüldüm, detayları da merak ediyorum, akşama sorup öğreneceğim inşallah.
Böyle de bitirmek istemezdim ama tehlikelere karşı dikkatli olmak gerek, panik anında insan ne yapacağını şaşırıyor ama olsun en azından benzer saldırıya uğrama ihtimalinin her yerde olduğunu bilmek lazım, artık hiçbir yer sandığımız kadar güvenli değil.

Mutlu günler herkese...

4 Haziran 2012 Pazartesi

Haftanın En'leri


Balerinlere ve opera sanatçılarına çok özenen, annemi büyüyünce ben operacı olacağım bak sana biraz söyleyeyim mi diye deneyen bir çocuktum ben,  annem de aman çocuğum nolur böyle şakalar yapma derdi. Neyse ki annemin korktuğu olmadı, kadının kalbi temizmiş. Geçenlerde  Cem Mansur, (kendisi ile ilgili belgeselde) klasik müziğin seçkin ailelerden gelmiş kimselerce dinlenen bir müzik olduğuna ilişkin bir kanı var insanımızda diyordu. Bence doğru değil, yani ben (bildiğim kadarıyla)paşa torunu falan değilim ama klasik müziğe ve dansa algım hep açıktı.

Haberiniz oldu mu bilmiyorum, tango festivali vardı geçtiğimiz günlerde. Geçen yıl gitmiş fena bulmamıştım, cuma akşamı Nazım Hikmet Kültürevi'nde bu yılki gösterimine gittim. Koyu bir tangosever olmasam da müziklerine bayılıyorum, Tanju Yıldırım orkestrasından canlı dinlemek için sürükledim eşimi bu kez. Danslar geçen yıla göre daha güzeldi, repertuar aynıydı hatta sırası bile değişmemişti, olsun Por una cabeza'yı canlı dinlemek müthişti.





Tanju Yıldırım da ne yetenekli adam, hem orkestrada akordeon çalıyor hem süper dans ediyor hem de nefis bir sesi var. Karşı Pencere'nin film müziği olarak tanıdığımız parçayı yine nefis seslendirdi.
Müzikler ve dans güzeldi ama bu teyzeler ve amcalar rüküşlükte bir numaralar ona eminim artık. Bir de emin olduğum bir nokta daha var, bundan sonra böyle bir organizasyona yalnız gideceğim, gönülsüz gelerek yanında huzursuz bacağını ritmik şekilde sallayan bir kocayla izlemek biraz dikkatini dağıtıyor insanın.


Çıkışta da Abidin Dino sergisini gezdik, tabi kocacığın hadi diyen gözlerinden ne kadar gezebildiysem! 

Abidin Dino'nun Nazım Hikmet yorumu.

 Sulu boya çalışmalarından bir portre.

Burada da Paris 1968 öğrenci olaylarına ilişkin yorumu.

Sergi yanılmıyorsam Nazım Hikmet Kültürevi'nde haziran sonuna kadar açık olacak, ilgilenenlere duyurulur.



Ebygale'min nadide elleri ve sevgisiyle beslediği fesleğenlerle pesto sos denemesi 1-2:)
Bir avuç fesleğen, bir avuç ceviz içi, küçük paket dolmalık fıstık(20gr olmalı), 4-5 diş sarımsak, biraz tuz  ve zeytinyağı. Önce hepsini havanda dövdüm, daha iyi sonuç için robotta çektim, zeytinyağını en son ekledim. Dışarda yediklerime yakın bir tat yakaladım, bu ölçülerle 4 kişilik sos çıktı.


Gün geçtikçe yanımda keçeli kalem taşıyıp gerektiğinde kendime sakal çizme fikri konusunda daha ciddi oluyorum, o zaman sakalım yok ki dinleneyim demem en azından. Pazar günü piknik sezonunu açarak geç saatte yer bulamayacağımızı söylememe rağmen ısrar edilen yere gittik ve tam 1.5 saat yer aradık. Sonra da tam yemekler yenirken yağmur yağdı, önce biraz ağırdan aldık sonra baktık duracağı yok aceleyle toparlandık kalktık. Mantarlar son direnme anlarından:)

Sosyal hayatımın hızına yetişemediğim günlerden sonra ufukta görünen boş zamanlarımı nasıl değerlendireceğimin paniğindeyim, üniveriste sınavı sonrası  ee şimdi testlerde bitti ne yapacağız boşluğuna düşen öğrenci durumundayım resmen. Blogger buluşmaları, sohbetler, kız kıza toplanmacalar, sanat kültür etkinlikleri ve yurdumun aile etkinliği pinkik ile dolu bir haftaya el salladım.

Umarım herkes keyiflidir.
Mutlu haftalar!

1 Haziran 2012 Cuma

Bursalı Blog Yazarları Buluştu!


 Bursa'lı blog yazarları olarak Leman Kültür'de buluştuk. Geç de olsa yazayım dedim, sanal olarak tanıdığım kalemlerle (klavyelerle mi demeliydim) tanışmak, sohbet etmek çok keyifliydi, zaman nasıl geçti anlamadık. Blogosferde nefes almanın böyle de güzel yanları varmış:)
Bu fotoğraf çok net değil ama Asortik göbüş tekniği ile halledebilir diye düşünüyorum:)
Buluşmayı tekrarlayalım diyorum, haberi olmayanlar, gelemeyenler de katılabilir o zaman.
Herkese mutlu hafta sonları!