28 Şubat 2012 Salı

Kıyak Ağbi Falım

Şekersiz sakız çiğnemek istediğinizde ilk tercihiniz ne olur? Şahsen benim Falım olur. Dişlerine de hassas biri olarak her çeşidini çürütene kadar çiğnerim:))  1/2 sini çiğnemeye öyle alışmışım ki yanlışlıkla ağzıma bütün atsam çeviremiyorum...
Geçenlerde bir marketten aldığım sakızlarda bir problem vardı; kırılıp parçalanıyor bir de çok kötü kokuyorlardı, 5li paketin de5i bir aradasını aldığımdan elimde patlayan 25 sakıza bakıp kaldım. Arkadaşlarım da çiğneyemeyince sakızların bozuk olduğuna kanaat edip, şikayet yazdım Falım'a( arkadaşların gazıyla yoksa yazmazdım).
Hiiiiç oralı olmayacaklarını düşünürken biri genel müdürlükten diğeri de şikayet biriminden iki telefon aldım, cidden ilgilendi insanlar, seri numaraları almalar, numuneleri inceletmek için görevlendirme yapmalar, bozuk olanları toplatmalar, mağduriyetimi gidermek istemeler falan...Wooow dedim, sakızcılara bak sen, işini ciddiye almak budur...
"Helal olsun kıyak ağbiymişler(Sezercik stayla)."
Ertesi gün kurye ile bir paket geldi adıma. Kurye ama kargo değil...:)





Paketi açınca kendimi altınlarının içinde yüzen Varyemez Amca gibi hissettim. Çekmecelerimiz sakızla doldu:)
Valla teşekkürler Falım'cım. Bu arada bu Safranbolu Evleri konsepti yeni herhalde, biz çok beğendik...


******

Önceki gün doğumgünümdü ve ben çok büyük bir sürprize uğradım!
Kocacım arkadaşlarımla işbirliği yapmış, ilk kez böyle bir şey başıma geldi, heycanlandım valla dilim damağım kurudu:)
Benim için orada olan herkese teşekkür ederim.
Bu da aldığım değerli hediyelerden biri:


Ebygale'im nadide elleriynen yapmış, aşk yaşıyoruz iki gündür:)
Bir aşkım da şu:


Hava soğuk olunca tatlıya daha bir sarar oldum.
Denemeyen varsa tavsiye ederim!

Son olarak sakıza "çiklet" diyenleri çok havalı buluyorum:) Sakız ya onun adı...

26 Şubat 2012 Pazar

Yeni Tarif Denemeli Haftasonu, Pancake&Armutlu Ekmekli Puding&Elmalı Puflar

Eskiden haftasonu demek krepli sabah kahvaltıları demekti, şimdi moda pancake pişirmek:)


Benim kreplerim de pek başarılı olmadığından bu modaya uymak işime geldi açıkçası. Cafe Fernando'da bulduğum tarifi evdeki lorun tuzlu çıkmasıyla yapamayınca biraz eksik biraz fazla uydurup yaptım kalpli pancakeleri ... Portakal şurubunun tadının az olduğunu düşünüp biraz daha şeker ekleyip onu da bir başına unutunca şurup yerine portakallı ağda oldu...

Sonra burada gördüğüm tarifi denemeye karar verdim.

Tarifin aynısı olmasa da benimki şöyle:

Armutlu Ekmekli Puding
3 dilim bayat ekmek
2,5 su bardağı süt
200ml krema
1 çorba kaşığı tereyağ
6 yumurta
1su bardağı şeker
1 çimdik tuz
1 tatlı kaşığı tarçın
1 paket vanilya 
1 su bardağına yakın kuru üzüm
4/3 su bardağı yulaf ezmesi
2 armut

Tarifin orjinal ölçülerine sadık kalmaya çalıştım ancak pişirme önerisinde bulunduğu kaba sığması olanaksızdı.
Büyük kare borcama ekmekleri parçalayıp üzerine üzümleri, küp küp doğranmış armutları ve yulaf ezmesini serptim. Süt, krema, yumurta, şeker, tarçın ve tuzu karıştırıp üzerine döktüm. 30' üzeri folyolu, 30' folyosunu çıkarıp 180 derecede pişirdim.


Umduğumdan tatlı oldu, şeker daha az olabilir.Yumurta miktarını yaparken azaltmayı düşünmüştüm, keşke azaltsaymışım. Yumurtadan hoşlanmayanları rahatsız edebilir, kokusu yok ama görüntüde var. Bence bu haliyle şekerli olması dışında bir falsosu yok yalnız bir sonraki denemde farklı bir versiyon düşünüyorum.

Bu da son çalışmam elmalı puf kurabiye, tarif Nilay'a ait. 
Kurabiye pişirmeye ara verdiğim şu sıralar elmalı puflar ilaç gibi geldi, elmalı tarifler içinde en beğendiğim versiyonun bu olduğuna karar verdim.


Bol tadımlı hafta sonları:)

Diye postu bitiriyordum ama kapı çaldı,
Kocacık bunu almış, ev miss gibi koktu.


Birlikte nice yaşlara minik sümbülcük...
Bu gün benim doğumgünüm de:)

23 Şubat 2012 Perşembe

Dguduma


Soğuk bir kış günü, poyrazın uğultusu derinden bir ninni gibi uykuya zemin hazırlıyor, sobadan çıtı çıtır sesler geliyor. Evde ya anneanne ya babaanneden birisi, odaya bir yatak serilmiş, kar beyaz çarşafların uçlarında renk renk işlemeler...Kapı çalıyor, ev bir anda doluyor, annemler birisinden bahsettiler, hastaneden alıp gelecekler. Gelen onlar mı?...Annem bitkin, yatıyor hazırlanan yatağa, bir ağlama sesi, bebek mi o nedir ellerindeki?

Kundağının içinde bir aile klasiği ülker çikolatalı gofret, bir kardeş gelmiş, bana da hastaneden gofret getirmiş.O zeytin gözleri felfecir okuyor, "n'aber" diyor, "tanışalım mı???" Hafiften bir tutuşma hali bende,  aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş... Belki inceden bir türkü tutturmuşum, ben yandım eller yanmasın...Bir iç sorgulama hali, ben ne yaptım da başıma bu geldi:))

Şaka, şaka...



Happy Birthday Cake


24 yıl olmuş pıtırcık gofretle geleli... Bugün onun doğumgünü!
İyi ki doğdun canparem!

Çook uzun zaman önce, okuduğumuz bir kitapta iki Aborjin kızkardeşin hikayesinden etkilenip birbirimize Aborjincede kız kardeş anlamına gelen "dgudu" demeye başladık. Dgudu zamanla Tuku, Toho, Tohomiiiiooo gibi haller aldı, birbirmizin tukusuyuz biz...

Tukumla ben, aynı özelliklerin farklı yoğunluklarla beden bulmuş iki hali, ikiz denecek kadar birbirine benzetilmesine rağmen bu benzerliği farkedemeyen iki hatun kişiyiz. Huy-su durumu da doğumgünlerimiz arasındaki 3 günden dolayı belki gerçekten astrolojik etkilenmişlikten kaynaklanıyordur.Sadece onun, küçüklüğünde biraz dombili olmasının bedelini sevgi açı kimslelerce fazla sıkıştırılmakla, "bi gıdık versene"cilikle ağır ödemişliği bana patlamış, ben ne kadar dokunmatik, sokulgan  ve öpüşken  bir ablaysam o da bir o kadar bana yabancı muamelesi yapıp aramıza geniş sosyal sınırlar çizen bir kardeş olmuştur. Her derdin devası zaman, anca üniversite için başka şehire gittiğimde birbirimizi özlememiz sonucu aramızdaki sevgi bağlarına düğüm atmış, bizi daha kanka haline getirmiştir. Şükür ki o da artık istediğim kıvamı aldı, kavuşunca bol bol sarmaşıyoruz:)

Kızkardeşlik bence çok özledir çünkü, kızkardeş yeri geldiğinde size hem kardeş hem abla hem de arkadaş olur, böyle 3ü 1 arada birşeydir...Benim Tukucum da candır, en merhametli, en düşünceli, en mantıklı, en bitane, en herbişeydir...4 yaş küçüğüm ama büyüğümdür...

Önce canım anne-babama ve sonra da Tukucuma,  bu kızkardeşlik duygusunu yaşattıkları için teşekkür ediyorum.
Ve yine iyi ki doğmuşsun tukucum diyorum, sağlıklı, huzurlu, mutlu bir yaşamın olsun...


Happy Birthday: Mickey

:)

21 Şubat 2012 Salı

Koku

Sabah güneşin dokunuşuyla yine saatin çalmasına 15dk, 10dk, 5 dk ve 1dk kala uyandım. Uyandım ama gözümü açamadan kalkıp ayılmaya çalışırken; 
Günaydın bile diyememişken;

Kocacık: Immmmm...Bir yanlışlık oldu...
Kitana: Ne gibi?...
Kocacık: ......
Kitana:?....
Kocacık: Ben senin diş fırçanı kullanmışım...
O an gözlerim faltaşı gibi açıldı, uyandım.
Kitana: Şaka dimi?
Kocacık:Hayır üzgünüm:))

İşte güne böyle güzel bir haberle uyandım.Aslında çok da kızamadım çünkü yaklaşık 1 ay önce aynı yanlışlığı ben de yapmıştım. Iyyyyyy!!! Fırçaların yerini ayırmanın vakti gelmiş de geçiyor.


Güneş, tüm gün beton yığını içinde sıkışıp kalsam da mutlu etti beni bugün. İş çıkışı  bugün yorgunlukla yolumuz hiç kesişmemiş gibi enerji doluydum.O enerjiyle hayatımda doğumundan sadece birkaç dk sonra gördüğüm ilk bebeğin ziyaretine gittik. 2 ay nasıl geçmiş, elimize doğan bebek kocaman olmuş, bir kez daha hain zamanın peşimizi nasıl kovaladığını farkettik...O minikin kokusunu çektik bir güzel. Şimdi o dünyanın en güzel kokusu bebek kokusu burnumda...

Sağlıkla büyü, hayırlı bir insan ol minikkuş.
Kısa zamanda görüşmek üzere:)


Bunlar da son üretimler, şu an yoldalar, sahibine ulaşmalarına az kaldı...

19 Şubat 2012 Pazar

Oradan Buradan Şuradan

Hafta sonu güzel şey, hele ki güneş açmışsa...
İnsan evden çıkmasa bile parlak mavi gökyüzünün enerjisini alabiliyor. 
Kış çocuğu olmama rağmen  her koşulda üşüyebildiğim, elim ayağım hiç ısınmadığı için kışları sevmem.Şu Mart da geçse, bahar gelse artık, atsak üzerimizden kalın paltolarımızı, lahana gibi dombili dombili dolaşmaktan kurtulsak. Rengarengarengarenk olsak...
Bu hafta sonu damaktadımızı renklendirmekle yetindik...
Sabah kahvaltısı için Smilena'nın anne ekmekçiklerinden yaptım yine, hem güzel bir kahvaltılık hem de bayat ekmekler ziyan olmamış oluyor. Yumurtalı ekmek çok severim, bu versiyonu daha etobur olanlara hitap ediyor. Bence deneyin, tarifi burada.


Dr. Oetker ile cheesecake yaptık.Sonunda kavuştuk birbirimize. Çok güzel oldu, kocacık yaparken sabırsızlandığı için bisküvilerin içine süt koymayı unutmuşum, altı biraz sert oldu. 2 paket burçak bisküvi ile taban yapıp üstüne vişneli jel döktüm.Dayanamayıp aynı akşam tırtıkladık ucundan, ertesi gün tabii ki daha güzel oldu.

Biz küçükken annem, hem benim hastalığım hem de kendisinin sağlıkçı olmasının etkisiyle bizi hazır yiyeceklere alıştırmadı hiç. Canım annem.Ben de eğer anne olursam onun gibi olmayı çok istiyorum. O zamanlar her köşe başı fastfood zincirleri ile kuşatılmamıştı, Mc Donalds'ı reklamlarda görüp heveslendiğimizde  annem ev hamburgeri yapardı hemen. Bazen alışverişe gittiğimizde hazır çorba isterdik, o zaman müsaadeyi değerlendirip kremalı mantar çorbası alırdık. Nedense o kremalı mantar çorbasının tadı ayrıdır bende. Yıllar sonra ona çok benzer bir tat yakaladım.Madem boğazlar meselesinden gidiyoruz, bir de yaptığım mantar çorbasının tarifini vereyim o zaman. 


Fotoğraf kötü olsa da tadı çok güzel.
100 gr ince doğranmış mantarı 2 çorba kaş tereyağda 1-2dk kavurun, üzerine 3 çorba kaş. un ekleyip biraz daha kavurduktan sonra 1 su bardağı sütü yavaş yavaş ekleyin, unun topaklanmaması için karıştırın. Sütü de ekleyince 4 su bardağı su/et suyu/tavuk suyunu ekleyin. Su sıcak/soğuk olabilir. Tuz ve karabiber ekleyip kısık ateşte 15dk. pişirin.
Çorba ertesi gün daha lezzetli oluyor.

Evde çiçek besleyip büyütenlere çok imreniyorum çünkü kaktüs dışında hiçbir çiçeğe bakamıyorum.Eskiden anneannemin mum çiçeği dediği bir çiçeği vardı. Akşam olunca rayihası dolardı eve, bal gibi bir sıvı olurdu çiçeğinde, anneannem kızdığı için gizli gizli yerdim o tatlı şeyi. Misafir odasındaki kat kat çiçekliğinde değişik yapraklı bitkileri, renk renk menekşeleri vardı, tek tek uğraşırdı onlarla. 


Yaklaşık 6 aydır bakabildiğim bir çiçek var, Paşa Kılıcı diye bilinen Sansevieria, onu da "1 yıl soldurmadan bakabilirsen ev sahibi olursun" inancına mütakip bir arkadaşımdan almıştım, bir saksı da babaanemden getirmiştim 1 yıllık sürede belki etkili olur diye:)  Ameliyat sonrası raporlu olduğum dönemde Gülben Ergen'in programında bir bitkici amcadan (ünvanını bilmiyorum gerçekten) bu çiçeğin her koşulda yaşayabilen, inatçı  bir çiçek olduğunu öğrendiğimde tüm havam söndü. Meğer olay bende değilmiş.
İsviçreli bilim insanlarını kıskanan birtakım Amerikalı bilim insanları, çalışmış didinmiş ve bu çiçeğin geceleri de fotosentez yapabildiğini bulmuş.O nedenle gün içinde maruz kaldığımız onca zararlı zımbırtıdan sonra geceleri kaliteli uyku uyuyabilmemiz, temiz hava soluyabilmemiz için bu çiçeği yatak odamızda bulundurmamızı tavsiye ediyorlar. Saksılardan birini aldım yatağımın başucuna. 
Bu bilgiyi de paylaştıktan sonra pazartesi sendromsuz bir hafta diliyorum....

16 Şubat 2012 Perşembe

Kitaplaşalım mı?

Bu bir duyurudur;
Dilara blogunda kitaplaşma etkinliği başlatmış. Kitap candır diyenleri, katılmak isteyenleri oraya ışınlamak isterim.

14 Şubat 2012 Salı

Kimyon Izgara ve Aşk:)



Evet, yine belirli gün ve haftalar temalı bir post, tüm gün okuduklarınız gibi lakin birazcık değişik bir konudan bahsedeceğim. Sevgililer gününü kutlasın kutlamasın bu satırları okuyanlara hazır zamanıyken teşekkür ederim, sevgimi sunarım.
Bugün " hadi akşam dışarıda yiyelim " teklifini geri çevirmedim, eylemin özü evdeki kerevizden kaçmaktı, ben de dünden razıymışım zaten. Öyle uzaklara gitmek istemedik, Bursa'lı olanlar ya da İzmir yolunu sık kullananlar belki bilir Ertuğrulkent'te yol kenarında Kimyon Izgara adında bir işletme var. Arada gidiyoruz, zevkli,  modern, şık ve ferah dekorasyonu, güler yüzlü insanı sık boğaz etmeyen kibar çalışanları ile başarılı bulduğumuz bir mekan. Daha önce de ünlü gurme Sahrap Soysal'ın yazısını okumuş,  böyle birinden övgü aldıkları için işletme adına sevinmiştim. Neyse konunun özüne geleyim, biz sıradan akşam yemeğimizi yedik ve üstüne her zamanki gibi birer şekerli Türk kahvesi söyledik.



Kahve ile birlikte kalp şeklinde bir pasta ikram ettiler. Daha önce benzeri ile karşılaşmadığım bu jest çok hoşuma gitti. Böylece biz de sevgililer günü pastası yemiş olduk, tatlı yedik, tatlı konuştuk:)
Pastaların Kafkas imzalı olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.

Sevgililer gününü es geçmeyen Kafkas damak çatlatan bir de bu pastayla "aşkla atan kalpleri ellerimizle besleriz" demiş:) 

13 Şubat 2012 Pazartesi

Hindiba Şerbeti Buyrun!

Nereden mi çıktı kış vakti  bu şerbet?
Ebygale me selam olsun.
İlk mimi almanın görev bilinci ile haremime bakmaya gelenlere ikram ediyorum.
Evet ben de blogumda harem kurdum.
Bir harem kuruyorsam, bekarmışım gibi hayal ediyorum.
Ayrıca benim haremim özünü korumuş, her yıl eğitim-öğretim müfredatını takip eden bir yer, gayet bildiğin ilim irfan yuvası, kimsede allı pullu elbiseler de yok, her biriciği yetenek kumkuması insancıklarla dolu.
Önce bir haremağası var, şu bugün ne giysemdeki Hakan Akkaya sonra bir aşçıbaşı Vedat Milor. Hakan Akkaya ellerini bitiştirip çişi varmış gibi bacaklarını X yaparak konuşuyor, muhafızları çağırıp bunu boynu vurula diyorum, sırf gıcıklığımdan.
Asıl esasoğlanlara gelirsek, Josep Guardiola var, ilerde futbolla yatıp kalkacağımı sezmişim gibi onu haremime almışım, "anlat bana şu futbolun matematiğini nolur" diyorum, anlatıyor da anlatıyor..
Roger Federer'den de meditasyon teknikleri falan öğreniyorum herhalde, nasıl konsantre olunur, hırs, entrika dolu haremde içsel yolculuk da lazım.
Mehmet Gürs'ten bir dolu şey kapıyorum, püf noktaları, ince detaylar, havalı şefler halt yesin yanımda, hele o Masterchef teki Batuhan yok mu, ona da sıra gelecek! Haremin aşçısı Vedat Milor her gün 15 çeşit yemek yapıyor, üstat Mehmet Gürs'ün her eleştirisi için muhafızları çağırıp falakaya yatırıyorum. Nooldu Vedatcık, nasılmış eleştirmek? Nihahahaa diye gülüyorum, içimdeki cani hortlamış kendimden geçmişim... 
Ozan Güven ve Selçuk Yöntem'le tiyatro, oyunculuk üzerine sohbetler ediyoruz, onlar da hep "sen oyuncu ol" diyenlerle hemfikir, bendeki cevheri tespitleri uzun sürmüyor :p Hep o diksiyon hocam yüzünden soğudum ben bu işlerden, özgüvenim yerle bir diyorum... Bazen susturuyorum tüm sarayı, konuş Selçukçum diyorum, o ne karizmatik ses yahu:))
Joaquin Phoenix'e ilk yaptırımım ismini değiştirtmek oluyor, zira doğru yazana kadar göbeğim çatladı.Galdiatör'deki halinle kalacaksın, değişmek yok, gel  sen de Hollywood'dan bahset, orada işler kesat diyorlar ne iş diye soruyorum.
Sonra bir bakıyorum, benim haremde herkes yaşlı yahu!
Murat Boz'u da bulduruyorum hemen, yaş ortalaması pek değişmez ama olsun, biraz daha dinamizm katar, -şebek seni-arada musiki de lazım.Ona da ilk şartım keman çalmayı öğrenmek oluyor. Çünkü keman sesi duymadan yaşayamıyorum, 4 pozisyonu 1 ayda bitiren Murat, dehasını konuşturuyor, harem gecelerini şenlendiriyor...

İşte budur benim haremim. Hadi ben de Ekimoza, Mono, Kırmızı Evin Cadısı ve Özge Bayrak'ı mimleyeyim. Sıkıldınızsa kurmayın, ona da varım.


8 Şubat 2012 Çarşamba

Sevgili Grace

Bloglar bazen zararlı olabiliyor.
Nasıl mı?
Şimdi, Grace diye bir blog insanı var mesela, sizi bazen bir dost sohbetine, bazen bir havaalanına, bazen uzun kuyruklu tuvaletlerle dolu moda rüzgarına, bazen huzur dolu bir kaçamak için mütevazi bir butik otele ..... bazen de karşı konulmaz lezzetlere götürür...Hatta bir kez dayanamayıp macaronlarından istemiştim, o da tüm kibarlığıyla ikram etmişti:)
Normalde canı spesifik şeyler çeken biri değilimdir, istedi diyelim iradem kuvvetlidir, ancak şu postu yüzünden günlerce gözümün önünden antepfıstıklı pasta geçişleri oldu.

Acele etmedim.

Dr. Oetker, yine çalışmış çalışmış, yeni anetpfıstıklı puding çıkarmış.Markette görünce isteğimi baskılar diye düşündüm.


Pişirirken kokusu tüm evi sardı, tadı da beklentilerimin üzerindeydi. Artık canım tatlı çektiğinde vaktim yoksa hemen başvuracağım.
Ancak, hala pasta geçişleri devam ediyordu.
Sonuç:


İş çıkışı yağmurlu havaya rağmen yolumu değiştirip Kafkas'a gittim.


Sonunda kavuştuk.
Bir post bir insanı bu kadar mı etkiler! 

Bu arada, her yeri yeşil görürken;


yeşil hırkamla Ebgale imle geçenlerde aldığımız kürk yakamı taktım... Tek elle fotoğraflamak da bu kadar oldu.

Grace e sevgiler:) Sayende yeşiller içinde birkaç gün geçirdim:)

2 Şubat 2012 Perşembe

Sinus Rinse, Tantitoni ile Üzüntü ve Muz Kabuğu, Düğmeli Taç


Soğuk havalardan nasibimi geç olmadan aldım. Bu kez ne cereyanda kalma, ne ıslak saçla oturma ne de üzerinde ter soğutup üşüme aktivitelerinden hiçbirini yapmayıp o kadar dikkat ettim ki, gerçekten nasıl hasta olduğum hakkında en ufak bir fikrim yok. Herhalde ameliyat sonrası yeterli beslenemedim ve bağışık sistemim dayanamayıp çöktü. Geçen haftayı da gözüm açılmamacasına yatalak vaziyette geçirdikten sonra hapşırık ve tıksırıklarım geçti ancak sinüzitim ısrarla benilme kaldı. Zaten o konu da doktorlara göre ameliyatlık olduğundan ne kadar antibiyotik kullanırsam kullanayım geçmiyor. Nefes almak için resmen iğne değilinden soluyor gibiyim! Burnumu açmak için arkadaşımın aldığı bu kiti denedim, aynı dertten muzdarip insancıklar denemek ister belki diye bahsetmek istedim.
Başta zormuş gibi görünse de uygulama kolay, içinden çıkan tozla hazırladığınız karışımı bir burun deliğinizden gönderiyor, kafanızın içinden dönüp dolaşarak diğerinden boşalmasını sağlıyorsunuz:)Bu acısız uygulama sonunda nefes alabiliyorsunuz:) Normalde burun spreyleri uzun süreli kullanılmıyor, zararsız olduğu söylenen okyanus suları ise bir süre sonra başlarda işe yarasa da sonraları kullanmadan nefes alamamaya başlıyorsunuz. Hem ben bir kez denedim, sular beynime gitti sandım, o nasıl basınçlı bir şeydir! Bu kit hakkında detaylı bilgi için tık tık.



Bu seti almamın asıl nedeni bu uyduruk düzeneğe sahip olmak istemem, içindeki tozlar bitince tuzlu suyla aynı işlemi yapmaya devam edeceğim.

Geçenlerde iş yerinde mail kutumuza düşen bir maille çalışmaya ara verip kısa bir online shopping olayına giriştik. Tantitonideki indirimden birkaç parça alalım dedik. Son zamanlarda internet alışverişlerimde hep aynı sorunu yaşıyorum, yanlış ürün gönderiyorlar. Sonrasında ürünü geri yollamakla uğraşmak büyük angarya.Yine öyle oldu, özenle ürünleri seçtik, sepete attık. Aldığımız ürünlerden bazıları stoklarda kalmadığından gönderemedikleri gibi kalan 3 parçadan 1'i de yanlış gelmişti. Yani üzüntü ve muz kabuğu!





Sadece küçük kalpli ve yıldızlı kurabiyecikler yapmak istemiştim, gelen bu kalıbı havada tutsam içinden aslan atlar, o kadar büyükmüş.



Bu şeklin ne olduğunu sitede bakarken anlamamış, kuyruklu yıldız olduğunu öğrenince de dalga geçmiştim. Sevgili tantioni elemanları siparişi yanlış okuyup yıldız kalıp yerine bunu gönderince bana da kapak oldu. Kuyruklu yıldız kurabiye kalıbı da nedir Allah aşkına?

Madem kurabiye yapamıyorum, ben de kendimi başka hobiye vereyim dedim. Döktüm elimdeki malzemeleri, taç yaptım.



Düğmelere taktım bu ara da, döküp döküp topluyorum...