30 Eylül 2011 Cuma

Karadır kaşların....

Habersizce besleyip büyüttüğüm ve artık kurtulmak istediğim overkistimin de yörüngemde yarattığı olumsuz açıdan mütevellit 1 haftadır ekstra gergin, çemkirgen ve alınganım...
Güneşle bağlantımızı kesen kara bulutlar tüm gün durdu durdu, çıkacağım satte tüm hıncını aldı, kustu kinini tepemizden.Hem kaşçımdan azar işitmeyeyim, didiklediğim yerler kabahatimi elevermesin hem de alındığında güzel olsun bari diye uzattığım kaşlarımdan kurtulmak için saatleri sayıyordum ki sular seller götürdü ortalığı...Gidemedim, erteledim randevuyu...

Şimdi bu kaş meselesi beni acayip geriyor, zaten çipil çipil olan gözlerim, fırça gibi kaşlarla iyice gömülüyor yüzüme. Bu huyumu bilen kocacım da beni kızdırmak için "karadır kaşların ferman yazdırır"ı mırldanmıyor mu!!!

Geçenlerde biri bana bakıp gözlerini kıstı ve sende bir değişiklik var dedi, aha dedim benim sima baya bi değişti heralde..Kaşlarına bir şey mi yaptın dedi, evet dedim, doğal haline bıraktım...Böyle güzel olmuş dedi. Dalga mı geçti????

Karşımda bir çocuk, bir yandan ödevi olan boyamaları yapıyor bir yandan bizimle sohbet ediyor. Çocuk ama aslında değil, şöyle; 5 yaşında, okuyor, yazıyor, günleri, ayları biliyor, googledan sözlük bulup ingilizce-türkçe çeviri yapıyor, yabancı müzik dinliyor, şarkı sözlerini biliyor, alt yazılı film izliyor falan filan...
Kulağa otizm belirtileri gibi gelse de değil, evladımız bildiğiniz cin!! 

Planlarım aksadı diye homurdanırken çocuk beni sakinleştiriyor.İzliyorum; bir an çocuk oluyor, kırmızı boyayı bulamayıp hüzünleniyor, sonra aynı hızla bunu önemsemeyip değişiyor yol tarifi soruyor:
Sizin ev Çalı yolunda mı? Ama biz oraya gidemeyiz, o yolda Bursa'dan çıktınız işareti var, Bursa'dan çıkamayız...Orada bir kavşak var, sola dönünce mi düz gidince mi?..

Ya sen daha 5 yaşındasın, nereden biliyorsun trafik işaretlerini, kavşak lafını???Geri dönüyorum, ben o yaşlardayken"bu benim önüm önüm önüm, bu benim arkam arkam arkam, bu benim önüüüüm bu benim arkaaaam" diye şarkı öğreniyordum Susam Sokağından, bu velet bizim Fransızca mı başka dilce mi olduğunu çözemediğimiz şarkı sözlerini ezberliyor, Nevizade gecelerini bir solukta söylüyor..

Bu çocuk bizi sık sık ziyarete geliyor, alıp götüresim anne-babasına vermeyesim geliyor, "nasıl ya" dedirtiyor ha bire...Gerginliğim geçti gitti bu kopille...Hem bugün cuma, haftanın en havalı, çocukluğumdan beri en sevdiğim günü...

Kaşlar da yarına kaldı, bu arada bu kıl tüy meselesi ile ilgili Leah çok güzel yazmıştı...tamamen katılıyorum:))

29 Eylül 2011 Perşembe

Dalan Antik Zeytinyağlı Defne Sabunu

Ultra hassas bir cilt yapım olduğundan sıvı duş jelleri ve sabunları kullanamıyorum. Özellikle renkli duş jelleri ve sabunlar ellerimde egzama benzeri alerjik reaksiyonlar oluşmasına neden oluyor, gün içinde mecbur kalıp bir kez bile kullansam pişman oluyorum. Bulaşık yıkama ise ayrı bir konu, normal eldivenler içinde ellerim terlediğinden ve aynı şikayetlerim tekrarlandığından içine bir de pamuklu kumaştan astar bir eldiven giyiyorum...


 


Sabun kullanmak cildi kurutuyor malum, vücut nemlendiricilerini ise yapış yapış bir his uyandırdıkları için sevmiyorum. Farklı sabunlar deniyorum ben de hem köpük köpük olsun temizlik hissi versin hem de nemlendirsin istiyorum, yüzüm için yaklaşık 7-8 aydır Prof Saraçoğlu'nun defne sabununu kullanıyorum, sitesinden sipariş ettiğimde bir kalıp da zeytinyağlı sabun almıştım. Oldukça başarılı sabunlar ancak banyoda kullanım için pahalıya geliyor...Yaklaşık bir ay önce markette rastladığım Dalan marka sabunu denemek için küçük paketini satın almıştım. Gayet memnun kaldım ve şimdi 6lı paketini aldım, bakalım uzun vadede aynı verimi alabilecekmiyim.


Artık her şeyin organik ve doğalı çıkıyor piyasaya, doğruluğu tartışılır ama Hacı Şakir'in zeytinyağlı diye satılan sabunlarından daha başarılı. 


Dalan 6'lı paketinin yanında bir de küçük zeytinyağlı sabun hediye ediyor, onu da deneyelim görelim...:))
(Reklam gibi olmuş ama tamamen kendi deneyimlerimdir.)

26 Eylül 2011 Pazartesi

Kabul Günü

Etkinliksizlikten kuruyup kaldığımızı farkedince neden bizim de bir kabul günümüz yok sorunsalına dalarak hemen bir organizasyon düzenleme gayretine giriştik. Öğrendik ki artık kabul günleri de tarz değiştirmiş, insanlar pasta böörek pişirip yorulmamak için pide, lahmacun siparişi falan veriyorlarmış. Bazı buluşmalar da gün sahibinin ev dışı bir mekanda sizi karşıladığı, yenilen içilenlerin masraflarının Alman usulü ödendiği şekilde oluyormuş. Ama biz klasik olanın peşindeydik. Evet derdimiz sadece yıllarını bu işe vermiş teyzeler gibi birbirimizin evinde toplanıp nefes alamayıncaya kadar tıkınmak ve dedikodu yapmaktı! E biz bu işleri bilmediğimizden erken rezervasyon dönemini kaçırmışız, teklif götürdüğümüz kişilerden bazıları çoktan yıllık planını yapmış, böyle olunca 4 kişiden fazla kimseyi bulamadık, üzüldük, ağladık neden kimsemiz yok yaw bizim diye dövündük... Neden sonra başvurular çığ gibi büyüdü, 7 kişilik kadro ile büyük bir kura heyecanı, vay efendim kim sona kaldı, kim ilk sırayı kaptı şakalaşmaları ile sürecimiz başladı... Hayırlı olsuunn...



Şık ve zarif masa düzeni
                                      
Bu tür toplantılarda ev sahibi hep en yorgun kişi olduğundan herkes bir çeşit yiyecek yapsın kimse de telaş yaşamasın dedik, paylaştık mamaları, haydi bakalım, geldi çattı büyük gün. Aman da aman, 3 kayıpla mini gün oldu bizimki, olsun biz çok mutlu olduk:)


The mantı

El emeği göz nuru yiyeceklerle güzel bir sofra kurduk, başrolde bir tepsi fırınlanmış mantı olunca gözümüz döndü. Köşelerinden sıkılan mantıların tepsiye dizilirken belli bir nizama girme zorunluluğu olduğunu ve bu düzene "karnı karnına gelmek" dendiğini, Çiğdemimin annesinin bu düzen hususunda özel bir hassasiyetinin olduğunu ve standardı yakalayana ve yakalatana kadar uğraştığını biliyordum, yerken uzun uzun çiğneyeyim, tadı damağıma yerleşsin istedim...Hmmm misss!

                                          
                                                                        Tiramisu

Emine de tatlı kızı Ekin'le yaptığı Tiramisu yorumu ile katılmıştı aramıza. Yediğim en güzel tatlılardandı, kekini de kendisi pişirdiği benim gibi hazır kekle leylon leylon tadı olan çakma bir şaheser ortaya koymadığı için tebrikssss milyon kere. Bir de çok pratik olduğunu söylemiyor mu, üşengeçliğimden utanıp yerin dibine giriyorum... Arabada gelirken birazcık sarsılmış, ne önemi var, paketten çıkınca kimse görmese de kalite kontrol hesaaabı köşesine bir parmak atsam dedim:))



Herşeyli Patates

Asli, sevdiğimiz herşeyli patates salatası yapmıştı, o mayonezli yumuşacık sarımsak tadı yok mu baştan çıkarıyor beni! 

Hepsinden tabak tabak yerim ben bu masadakilerin.


El yapımı peçete halkası

Peçetelikleri beğendik, marifetperest insanlar ince ince sabırla dizmişler boncukları, can mı dayanır yahu, ama sonuç nasıl güzel olmuş...Çok Şık ve zarif..

Hey siz!!!Kiloma bakıp boğaz performansım hakkında tahmin yürütenler,azcık ye de kilo al diyenler, bu konuda maşallahım var benim, hoppidi hoppidi mideye hepiciği, darısı ikinci buluşmayaaa...

Çook mutlu oldum ben, dedikodudan mı yemekten mi? Bence yürekten sevdiğim kişilerden...Gerisi bahane...Teşekkürrrrrr!!









24 Eylül 2011 Cumartesi

Susamlı Kurabiye

Susamlı Kurabiye

Fırınımla yaşadığım savaş hala devam ediyor. Artık kek denemesi yapmıyorum, biraz akıllandım sanırım. Kurabiyeleri de fırını zırt pırt açıp kapattığımda sönme, çökme gibi kaprisleri olmadığından yapabiliyorum lakin 10 kere de 20 kere de açıp kontrol etsem, kaşla göz arasında altlarını yakıyor namussuz fırın!
Tarifini Nuray Ablamdan aldığım bu tarif en favori kurabiyelerim arasına girdi. Yoğurma konusunda biraz sabır istese de sonuç emeğe değiyor(normal fırın şartlarında).


Beyaz un ve tam buğday ununu birlikte kullandım.

Tarifleri denedikten sonra hep şunu az koy, şunu şundan sonra koy, yarım ölçü yap çok çıkıyor vb.not ekleyeyim diyorum ama işin hengamesinden her seferinde unutuyorum. Hal böyle olunca her denemede şeker seviyesini tutturmakta zorlandığım bu tarif için yine endişeli bir başlangıç yaptım. İki kişi olduğumuz için genelde çoğu ölçüyü yarı yarıya azaltıyorum, geçenlerde annecikle yaptığımız bir tariften 60'ya yakın çıktığından ve bu kez de bundan ne kadar çıktığını hatırlayamadığımdan yarım ölçü yapayım diye işe başladım ancak hamuru yoğurunca cücük kadar kaldı, misafirliğe götüreceğim ya çoluk çocuk var sayılı getirmiş demesinler, rezillik paçalardan akmasın diye bir yarım ölçü daha yapıp ikisini birleştirdim.






Fırın camından gözümü ayıramadığım ve ısı seviyesini ayarlamaya çalıştığım 30 dk sonunda elimi yıkamak için arkamı döndüğümde EVET YİNE YANIK KOKUSU ALDIM! Binbir telaş fırını kapatıp kontrol ettim, maalesef burnum yine yanılmamıştı...Gözlerimde hüzün, ikinci denemeyi yapma gerçeğini sindirmeye çalışarak buzdolabından ikinci margarini oda sıcaklığına gelmesi için çıkardım ammaaaa beyciğim bu konuda kalite kontrol üstadı olduğundan mı yoksa marketten kabartma tozu almak zor geldiğinden mi bilinmez beni kurabiyelerin yanmadığına ve lezzetinin güzel olduğuna ikna etti...
                                       
                                                                              Ve son...

Aslında soğuyunca fena da olmamışlar dedim...Hakkaten saf mıyım yoksa sabahın uyku mahmurluğundan mı düşünemedim, yarım ölçü yapsaydım herkese yarım kurabiye düşecekti heralde:)))
Dün Anne olan tarifin sahibi Nuray Ablacığıma da Selim Bebek ve eşiyle mutlu bir ömür diliyorum...

22 Eylül 2011 Perşembe

Yeni Pabuççuklar

Uzun süredir beyaz spor ayakkabı almak niyetindeydim yalnız mağazalara her uğrayışımda bir şey beğenemeyip çıktığımdan alamamıştım. Bazen alışverişlerde gereksiz bir tutuculuk sergiliyorum, yeni ürünler, markalar denemeye hem üşeniyor hem de cesaret edemiyorum. Bu güne kadar spor ayakkabılarımın bile vurduğu türünün nadir örneklerinden olan ayaklarımı rahat ettiren bir pabucum maalesef olmadı, tam "işte budur" dediğimde yine sonuç hüsran oluyordu, bu sebeple en azından bilindik markalardan alışveriş yapayım istiyorum.

Nike ve adidas kullanıcısı olduğum için bu kez yeni bir marka deneyeyim istedim, başta herkesin çok rahat dediği converse alayım dedim ancak yer yarıldı 36.5 beyaz converseler içine girdi, tek bir tane bulamadık koca şehirde. Lakin sonra Tiger alma fikrini sunan zevcimin önerisini kabul ettim ama başta bir ayakkabıya o kadar para vermek istemedim açıkçası. Metro marketlerde piyasadan daha ucuza satılıyor ayakkabılar, orada gezerken bir çift denedim, oldukça rahat görünen bu bebeklere şans vermek istedim:)


Tercihimi klasik mavi-kırmızı renkten yana yaptım...


Metro market fiyatı KDV dahil 149.00TL

İstanbul seferi öncesi aldığım ayakkabıları 2 tam gün giyip performansını deneyimlemek için postunu sonraya bıraktım. Sonuç: Mükemmele yakın:) Tabanı ayağımı sarıyor, saatlerce yürüdüğüm halde topuklarımın batmamasına inanamadım! Sadece ilk kullanımların olmazsa olmazı ufak su toplaklarım oldu:)
Umarım birbirimize alışınca o konuda tatlıya bağlanır...

21 Eylül 2011 Çarşamba

İstanbul Hatırası

Babamın tayini İstanbul’a çıktığında 5 yaşındaydım, ev bulup taşınana kadar kardeşimle beni anneanneme göndermişlerdi ve 2 haftalık zaman anne-babasından ilk kez bu kadar uzak kalan bizim için geçmek bilmemişti.
Anne-baba nihayet zar zor buldukları bir eve taşınmış bizi yanlarına almışlardı, eve giden dik yokuşlu ve bol merdivenli yol astım hastalığım sebebiyle zayıf bedenimi oldukça yorardı, sonraki yıllarda çoğu zaman okuldan dönüş saatimde anneciğim külçe gibi ağır okul çantamı taşımak için merdivenin başında beni bekler, birlikte dinlene dinlene eve dönerdik. O zamanlar Beşiktaş’taki dinozorlu park, Tarabya’daki eski park, İstinye sahilindeki yürüyüşler, Gezdim Gördüm Geldim gemileri, sıkışık minibüsler, kışları gri ve puslu, is kokulu havadan ibaret olan İstanbul, sonraları 3. sayfa haberlerinin ev sahibi, korku tüneli gibi bir yer olarak belleğimdeki yerini almış, dünyanın sayılı güzel şehirlerinden olduğu söylenmesine karşın kara listemden bir türlü çıkamamıştı.
Neyse ki oldukça uzun bir süre sonra yapılan planlar hayata geçiyordu, dguducum İstanbul’a taşınmıştı, orta çocukluğumun geçtiği şehre yıllar sonra gittiğimizde kalacak yerimiz hazırdı, hafta sonu İstanbul’la yeniden tanışmak üzere yola çıktık. Dguducuğumun 3 günlük yoğun iş dönemi gittiğimiz tarihe rastlayıp o bizi karşılayamayınca, e biz de yol iz bilmeyince evine en yakın servis imkanı olan Metro Turizm ile (tövbe etmeme rağmen mecbur kaldık) seyahat etmek zorunda kaldık ki artık alternatif ulaşım yollarını öğrendiğim için bir kez daha 3 saatlik yolu 5 saatte gidip aynı eziyeti çekmemeye kesin kararlıyım!
Cumartesi, yüzümde saf bir mutluluk, istemsiz bir tebessümle taksim metrosunun meydan çıkışına yaklaşırken Cake’in “perhaps perhaps perhaps” i ya da Athena’nın “senden benden bizden” i inceden kulağıma gelip biten şarkının yerini “yesterday” alınca bedenime zerk edilen bir gıdım enerji ve romantizmle kendimi gerçek bir Avrupa kentinde hissettim. Bu gezi hem yemeli hem görmeli olacaktı, ilk yemek durağı da meşhur ıslak hamburgeri en güzel yapan yer olarak duyduğum “Kızılkayalar Hamburger”di. Salçasever bir kimse olduğumdan bu tat bana yabancı olmamakla birlikte beklentilerimin de altında çıkmadı, severek yedim. 

Ipıslak Hamburger


Nihayet gelebildim

Ucuz çul çaput satıldığını duyduğum meşhur Atlas ve Terkos (onlar “z” ile yazmış)Pasajları ve keyifcizadelerin müdavimi olduğu Çiçek Pasajı umduğumdan küçük, ayrıca çul çaput hiiiç de öyle ucuza değil hatta buradaki piyasadan da pahalı. Hesaplısından giyim kuşam alışverişi yaparız derken sadece Eminönü’nde Kurukahveci Mehmet Efendi’den çekilmiş taze kahve ve magnet satın aldım. Bir de alış verişten sayılmaz ama meşhur Beyoğlu Çikolatası aldık, ama hayatımda yediğim en başarısız çikolatalardandı, büyük hayal kırıklığı yaşadık, Kahve Dünyasından aldıklarımız gibi çıkmasını beklerken, yağlı, kokulu, yapış yapış bir şeyle karşılaştık.


2 tane alınca özel kağıt kutuyla verdiler:)


İstanbul magneti de diğerlerinin yanında yerini aldı...



Oltaların iğnelerinden korka korka yürüdük köprüden:)



Yolun yarısı

Adı Osmanlı zamanında suyun halka taksim edildiği yerden gelen Taksim’den başlayan yürüyüşümüz Sultanahmet’te sonlandığında hem yorulmuş hem de acıkmıştık, Galata Köprüsü altında arkadaşlarımızla buluşup balık ekmek yedik, o yolu tekrar yürüyemeyeceğimizden hep birlikte tünele binip (tünele de binilir mi bilemedim şimdi) başka bir grupla buluşmak üzere İstiklal’e döndük. Akşam yemeği için Hayri Usta’nın meşhur tıklım tıkış mekanında dürümünü tattık, oldukça lezzetli dürüm dguducumun yorgun ve otobur bünyesine ağır gelince o saatten sonra onun için hayat oldukça zorlaştı. Keyifli sohbetlerin moralleri tazelediği gece sonunda yeni görüşme planları yaparak ayrıldık. Sabah, birden şuursuzca spora dadanıp saatlerce pilates yapmışım da hamlamışım gibi ağrıyan kol-bacak-bel üçgeni ile uyandığımda yeni günün maceralarına hazırdım ancak dguducum kötü bir gece geçirdiğinden ve midesi hala normale dönmediğinden maalesef bize katılamadı, küçük bir plan değişikliği yaptık. Arkadaşlarla Beşiktaş’ta buluştuk, çarşıyı gezdik, “Kartalımız”ın önünde fotoğraf çekildik, elma-kivi-portakal suyu içerek enerji depolayıp Ortaköy de kumpir ve dondurma yedik, yoğun trafiğe takılmamak için Yenikapı’ya doğru yola koyulduk.

süper ikili: dürüm+ayran

Yediğim en büyük kumpir ve dondurma


İlk kez deniz otobüsü ile yolculuk yaptık, alışık olduğum eski feribotlardan sonra deniz otobüsleri oldukça modern geldi, üstelik yolculuk hem kısa hem de konforluydu. Bir deniz otobüsü, bir şehirlerarası otobüs bir de şehir içi otobüs ile eve dönüş 3.5 saat sürdü, bu da tek otobüsle gidişte harcadığımız sürenin neredeyse yarısı demek.


iyi ido-kötü metroya karşı!!!

İstanbul’la tekrar tanışmak güzeldi. Ulaşım eskisi gibi zor değil ve zaman almıyor, gittiğimiz her yeri öğrendik, gezdik, güldük, eğlendik, yedik, içtik, yenilendik, ayrıca başımıza kötü bir şey de gelmedi:)) Hani filmlerde, dizilerde klasik bir durum vardır; esas oğlan canı sıkkın olduğunda kafasını dinlemek için belli bir yere gider (bilmem neredeki kayığın yanı, ağacın altı, meyhane falan) arayan bilir ki adam ortalıktan kaybolduğunda kesin oradadır. İstanbul bize öyle iyi geldi ki bundan sonra biz de arada bir ortalıktan kaybolup oraya gitmeye karar verdik. Bulamayanlar orada arasın:))
Not: Dguducuma teşekkürler..

7 Eylül 2011 Çarşamba

Yeni ...

Yeni bir başlık attım...Uzun zamandır takip ettiğim alemde benim de yerim olsun, söylediklerimi, söyleyemediklerimi, duyduklarımı, hissettiklerimi bu köşeye karalayayım istedim. Cesaret verenlere, vesile olanlara teşekkür ederim...Merhaba:))